0 555 339 7979 - 0 532 708 30 04
Mekanik Zekâdan Dijital Akla Bir Yolculuk
Tarih Öncesi Programlanabilir Makineler

Mekanik Zekâdan Dijital Akla Bir Yolculuk
Günümüzde bilgisayarlar ve robotlar, hayatımızın her alanına nüfuz etmiş durumda. Peki, bu dijital devrimin ilk adımı hangisiydi? Bilgisayar mı daha önce doğdu, yoksa robot mu? Ya da belki ikisi aynı şeyin farklı yansımalarıydı… Belki de ilk bilgisayar bir robottu ama çalışma şekli ve işlevselliği bugünkünden çok farklıydı.
Bu soru, teknolojinin kökenine dair önemli bir tartışmayı gündeme getiriyor: Zekâ, önce mekanik olarak mı programlandı yoksa sayısal olarak mı hesaplandı?
Tarih Öncesi Programlanabilir Makineler
Bugünkü anlamıyla bilgisayar kelimesi 20. yüzyıla ait olsa da, “programlanabilir sistemler” fikri çok daha eski. Örneğin M.Ö. 3. yüzyılda Yunanlı mühendis Heron’un yaptığı otomatik kapı mekanizmaları veya suyla çalışan heykeller, belirli girdilere karşılık çıktılar üreten ilk makinelerdi. Bu basit otomasyon örnekleri, günümüzde “mekanik robotlar” olarak da anılabilir.
Aynı şekilde, 9. yüzyılda yaşayan El-Cezerî, su gücüyle çalışan düzeneklerle insan benzeri davranışlar sergileyen makineler geliştirdi. Müzik çalan otomatlar, içki servisi yapan figürler… Bunların her biri, belirli bir görevi yerine getiren erken dönem robotlar olarak değerlendirilebilir.
Robot mu Bilgisayar mı?
Robot deyince genellikle aklımıza hareket eden, kol bacakları olan, fiziksel işleri yapan makineler gelir. Bilgisayar ise daha çok ekran başında işlem yapan, veriyle uğraşan bir aygıt gibi düşünülür. Ancak bu ayrım aslında oldukça yenidir. Tarihin erken dönemlerindeki makineler hem fiziksel iş yapar hem de belirli komutlara göre davranırdı.
Bu tanıma göre, bir otomaton (mekanik robot) da “bilgisayar gibi düşünen bir makine” sayılabilir. Yani ilk bilgisayarlar fiziksel olarak vardı, sadece dijital değildi.
Dijital Devrim ve Bilişsel Zekâ
1830’larda Charles Babbage’in geliştirdiği Analitik Makine, soyut hesaplamaları yapabilecek ilk mekanik bilgisayar olarak tarihe geçti. Ada Lovelace ise bu makinenin yalnızca matematiksel işlemler değil, her türlü düşünsel işlem için kullanılabileceğini öngörerek, insanlık tarihinde ilk “programcı” olarak anıldı.
Ama burada ilginç bir şey var: Bu makine hiçbir zaman tam anlamıyla hayata geçirilmedi. Ancak kuramsal olarak, robot gibi çalışan bir bilgisayardı. Yani bilgisayarın doğumu da yine mekanik bir düzlemde gerçekleşti.
Bugün Gelinen Nokta
Artık robotlar ve bilgisayarlar iç içe geçmiş durumda. Her robotun içinde bir bilgisayar, her bilgisayarın içinde bir tür zekâ var. Otonom araçlardan fabrikalardaki kol robotlarına, evimizdeki yapay zekâ destekli cihazlara kadar hepsi aynı kökten türedi: görev odaklı, komutla çalışan makineler.
Ancak unutulmaması gereken şu: Bu makineler sadece donanım değil, aynı zamanda bir düşünce biçimi ile üretildi. Belki de ilk bilgisayar robottu çünkü önce mekanik hareketlerle ne yapılabileceğini gördük; sonra bunu dijitalleştirdik.
Sonuç: Teknoloji, İnsan Aklının Yansımasıdır
Bilgisayar mı önce doğdu, robot mu? Bu sorunun net bir cevabı yok. Ama şunu söylemek mümkün: İlk bilgisayar bir robottu belki, çünkü önce davranışları taklit ettik; sonra onları veriyle yönettik. İnsan zekâsının makinelerdeki yansıması önce fizikseldi, sonra sayısal oldu.
Belki de asıl soru şu olmalı:
“İnsan, zekâyı önce bedene mi, yoksa akla mı kodladı?”
Bu yazı, teknolojiye sadece bir alet gözüyle değil, bir medeniyet hikâyesi olarak bakmamız gerektiğini gösteriyor. Çünkü her makine, bir insanın hayalini taşır.
Haber Veriyoruz