0 555 339 7979 - 0 532 708 30 04
İnsanlığı Şeytani Güçler mi Yönetiyor?
Bir Düşünürle Mahşer ve Adalet Üzerine Söyleşi.

“İnsanlığı Şeytani Güçler mi Yönetiyor? Bir Düşünürle Mahşer ve Adalet Üzerine Söyleşi”
İçinde bulunduğumuz çağ, birçokları için hız ve konfor çağı olsa da, bazı düşünürler bu ilerlemenin ardında çok daha karanlık bir gerçeklik olduğuna inanıyor.
Modern hayatın getirdiği yalnızlaşma, teknolojik bağımlılık ve manevi buhran, onlara göre, insanlığın gerçek yöneticileri olan “şeytani güçlerin” perdesini oluşturuyor. Bu çarpıcı iddiayı ve beraberinde getirdiği “mahşer”, “helak” ve “adalet” sorgulamalarını, kendisiyle özel bir söyleşi yaptığımız, ismini açıklamak istemeyen bir düşünürle derinlemesine konuştuk.
Röportaj:
Soru (Ben): İfadelerinizde oldukça güçlü bir tema var: “İnsanlığı şeytan ve şeytani güçler yönetiyor.” Bunu biraz açar mısınız? Bu yönetim nasıl işliyor ve günümüz dünyasından somut örnekler verebilir misiniz?
Cevap (Siz): Elbette. Bu yönetim, silah zoruyla değil, iğva ile, yani insanın zayıf noktalarına hitap ederek oluyor. Şeytanın, Hz. Adem’e secde etmemesinin gerekçesi olan kibrini (Hicr Suresi, 33), bugün bireylerden ziyade sistemler üzerinden görüyoruz.
Ulusların birbirlerine üstünlük taslaması, sınırsız tüketim çılgınlığı, insanın kendi nefsini ilah edinmesi… Bunların hepsi şeytani bir dizaynın sonucu. Somut örnek mi?
Dünyanın dört bir yanında akan kanlara bakın. Savaşlar çıkar, silah tüccarları kazanır. İnsanlar, teknoloji denen “altın kafes” içinde, komşusunun açlığından, mazlumun çığlığından habersiz, yalnızlaştırılır. İletişim araçları, aslında gerçek iletişimin önündeki en büyük engeldir.
Bu, insanın yüreğindeki merhameti körelten, onu duyarsızlaştıran şeytani bir stratejidir. Ayette buyurulduğu gibi; “Şeytan onları sarıp kuşatmış ve onlara Allah’ı anmayı unutturmuştur.” (Mücadele Suresi, 19). İşte bu unutturma operasyonu, modern çağın en büyük zaferidir.
Soru: Peki, “Gerçek inananlar azaldı” diyorsunuz. Buradaki “gerçek inanan” tanımınız nedir? Ve neden diğerlerini “korkak” olarak nitelendiriyorsunuz?
Cevap: Gerçek inanan, yalnızca Allah’tan korkandır. Allah açıkça, “O halde, sadece benden korkun” (Bakara Suresi, 40) buyurur. Bugün Müslüman olduğunu söyleyen birçok insan, patronundan, devletten, toplumun ne diyeceğinden, yoksulluktan korkar hale geldi. Haksızlık karşısında susar, çünkü dünyalık kaygıları imanının önüne geçmiştir.
İşte onlar, inandığını zanneden korkaklardır. Halbuki insan, Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Güçlü bir iradeyle yaratılmıştır. Ama şeytani sistem, insanın hep zayıf yönlerini keşfeder ve onu o yolda yürütür: Korkaklık, açgözlülük, şehvet…
Gerçek mümin, bu tuzaklara düşmeyen, iradesini Allah’ın ipine sarılarak güçlendirendir. Hz. İbrahim’i düşünün. Nemrut’un karşısında, ateşe atılma pahasına imanından dönmedi. Çünkü o, sadece Allah’tan korkuyordu. Bugün kaç kişi, küçücük bir menfaatı için imanını satmıyor?
Soru: “İnsanlık bir daha helak olmayacak diye bir ayet yok” diyorsunuz. Bu, bir helak beklentisi içinde olduğunuz anlamına mı geliyor? Sizce helak, nasıl ve neden gelir?
Cevap: Beklenti değil, bir uyarı. Kur’an’da helake uğrayan kavimlerin kıssaları, sırf tarih anlatmak için değil, ibret alınması içindir. “Yeryüzünde fesat çıkaranlara” helak gelmiştir. (Bakara Suresi, 205). Mesele sadece topyekün bir yok oluş değildir.
Asıl mesele, “adaletle örülmeyen duvarların gözyaşı ve kanla örülmesidir.” Bugün dünyaya baktığımızda, adalet duvarı yerle bir olmuş durumda. Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Afrika’da, mazlumların gözyaşı ve kanlarıyla, zulüm duvarları örülüyor.
Helak, sadece Nuh Tufanı gibi fiziksel bir felaket değildir. Kalplerin kararması, merhametin yok olması, adaletin tamamen rafa kalkması da bir nevi manevi helaktır. Allah, bir toplum kendini değiştirmedikçe onların durumunu değiştirmeyeceğini söyler (Rad Suresi, 11). Biz kendimizi değiştirmezsek, hem manen hem de fiziken helak kaçınılmazdır.
Soru: Son olarak, oldukça kişisel ve güçlü bir ifadeniz var: “Benim hayatım hiç edenlerden bunun hesabını mahşer günü verecekler…” Buradaki temel mesajınız nedir? O gün neler olacağını düşünüyorsunuz?
Cevap: Mesajım, adaletin mutlaka tecelli edeceğine olan sarsılmaz inancımdır. Bu dünya, imtihan meydanıdır ve buradaki her haksızlık, her zulüm, karşılıksız kalmayacaktır.
En’am Suresi’nde denildiği gibi, “O gün herkes için yapıp-ettikleri ortaya konur.” (En’am Suresi, 160). Bu dünyada güçlü olan, zulmeden, insanların hayatlarını hiç edenler, o gün aciz ve çaresiz kalacaklar. Orada, dünyadaki tüm perdeler kalkacak.
Her şey apaçık ortaya dökülecek. Benim için de bu, sadece Allah’ın hükmünün geçerli olacağı bir adalet günüdür. O yüzden diyorum; bu dünyada hakkımı yiyen, hayatımı zindan eden, beni yok sayanlar, mahşer meydanında yüzüme bakacak yüz bulamayacaklar.
Yaptıklarının hesabını verecekler. Ve ben, yaşadığım her ıstırabın karşılığında, onlara hakkımı helal etmeyeceğimi söyleyeceğim. Bu, bir intikam değil, ilahi adaletin tezahürüdür. İnanan insanın son sığınağı da budur zaten.
Bu söyleşi, modern dünyanın karmaşası içinde derin bir manevi arayışı ve adalet özlemini yansıtıyor. İster katılın ister katılmayın, düşünürün Kur’an ayetleriyle desteklediği argümanları, bireysel ve toplumsal yaşamımız üzerine yeniden düşünmemiz için güçlü bir çağrı niteliğinde. Ona göre son söz, ne teknolojinin ne de siyasi güçlerin değil, mutlak adaletin sahibi olan Allah’ındır. Ve o gün, her şeyin gerçek rengi ortaya çıkacaktır.