Haber Veriyoruz
Güncel Haber Yayın ve Yorum Sitesi

Mustafa’nın ilk evden kaçış planı.

Denedi ama olmadı.

1.498

Mustafa, o gün paranın dünyadaki işleyişine dair ilk ve acı dersi almıştı. İçi burkulmuş, bir yandan da garip bir sevinçle dolmuştu. Anlamıştı ki para, bazı kapıları açabiliyor, bazı acıları unutturabiliyordu. Ama o daha çok küçüktü; paradan öte, sıcak bir yemeğe, şefkate, sevgiye muhtaçtı. Bunları ise kimse vermiyordu. Abisi ve ablası kendi dertleriyle boğuşur, babası ise sürekli işine gömülmüş dururdu.

Onunla gerçekten ilgilenen tek kişi, kalbi kirlikle mühürlenmiş üvey annesiydi. Mustafa iç geçirdiğinde hiç çekinmeden, “Annen mi aklına geldi?” diye sorardı. Mustafa ise annesini nasıl hatırlasındı? Onu kaybettiğinde daha iki yaşındaydı.

Tüm bu olan bitene anlam veremediği zamanlarda dışarı çıkar, arkadaşlarıyla “ilik” oynar, topladığı ilikleri biriktirirdi. Oyun oynarken hiç düşünmezdi; bu kemik parçaları ne işe yarardı, neden biriktiriyorlardı?

Bir de İzzet vardı. Hain, fırsatçı, Mustafa’nın hayatındaki en korkunç genç. Arkadaşlıktan öte, onu bir kukla gibi kullanıyordu. Mustafa’yı her gördüğünde kulağından tutar, “Gellan buraya!” diyerek onu binanın çatısına veya bir köşeye çeker, kimsenin bilmediği acılar yaşatırdı.

Mustafa’nın çektiği bu acıları kimse bilmiyordu. İçine düştüğü bu karanlık girdabın ne olduğunu ancak yıllar sonra, büyüdüğünde anlayacaktı. İzzet, hayatındaki en büyük kabuslardan biri olmuştu. Yaşadıklarını bir türlü anlatamıyor, rüyalarında bile onun yüzünü görüyor, uykusundan çığlık atarak uyanıyordu.

Zaman bazen Mustafa için tamamen duruyor gibiydi. İstiyordu ki bir an önce aksın, büyüsün ve kendi hayatını kendi kurabilsin. Üvey annesinin baskısı bir yana, İzzet denen bela bir yana, artık canına tak etmişti. Sonunda, bir gece evden kaçmaya karar verdi. Ama nereye gidebilirdi? Daha dokuz yaşındaydı.

Planını yaptı. Oturdukları binanın tam karşısında, henüz inşaat halinde bir bina vardı. Üvey annesi ona sık sık oradan odun çaldırır, getirmezse de dayak atardı. İşte Mustafa, o gece saklanmak için orayı seçti.

Karanlık iyice çöktüğünde, sessizce sıvıştı ve inşaata girdi. Pencere kenarına çöküp olan biteni izlemeye başladı. Derken gece ilerledikçe, “Mustafa! Mustafaaa!” sesleri mahallede yankılandı. Babası, abisi, ablası ve komşular onu arıyordu. Mustafa olduğu yerde donup kaldı, nefes almaya korkarak bekledi. Sesler sakinleşince, usulca dışarı çıktı ve oturdukları binanın giriş katındaki kapıcı dairesinin eşiğine kıvrılıp uyudu.

Sabah uyandığında her yeri uyuşmuştu. Ayağa kalktı, sersemlemiş bir halde, bilinçsizce yürümeye başladı. Karnı zil çalıyordu. Öyle açtı ki… Tam o sırada, bir bakkalın önüne bırakılmış bir kasa sıcak ekmek gördü. Etrafa hızla göz attı, fırsatı ganimet bilip bir ekmeği kaptığı gibi koltuk altına sıkıştırdı ve uzaklaştı. Koşar adım bir köşeye saklanıp ekmeği parça parça kopararak doyasıya yedi.

Sonra kendini mahallenin işlek caddesine attı. Güneş yükselmiş, yeni bir gün başlamıştı. Tam o sırada karşıdan hızla yaklaşan bir silüet gördü. Babasıydı bu. “Mustafa!” diye bağırarak yanına geldi, onu kucaklayıp, “Oğlum, neredesin? Ne yaptın sen?” diye sarsmaya başladı. Mustafa şaşkınlık içindeydi; daha macerası başlayacaktı ki babası çıkagelmiş ve onu kolundan tutup eve götürmüştü.

Eve vardıklarında, üvey annesi kapıda onu bekliyordu. Yüzünde, başarısız bir görevi tamamlamış gibi iğrenç bir sırıtış vardı. Mustafa’nın gözlerinin içine baktı, ama Mustafa artık o bakışlardan korkmuyordu. İçinden, “Bir gün…” diyordu. Bir gün mutlaka kaçacak ve bu karanlıktan kurtulacaktı.

Enable Notifications OK No thanks