Haber Veriyoruz
Güncel Haber Yayın ve Yorum Sitesi

Liderler neden yalan söylüyorlar.

“Yalan söyleyebilmelerini” sağlayan üç çeşit güç

65.245

1. “Yalan söyleyebilmelerini” sağlayan üç çeşit güç

1) Maddi güç

Para, makam, dokunulmazlık, koruma, ayrıcalıklar…
“Yalan söylesem bile bir şey olmuyor” duygusu.
En fazla bedeli kim ödüyor? Halk. O ise sarayda, konvoyda, koruma ordusunun içinde.
Bu, tek başına açıklama değil ama zemin bu.

2) Sembolik güç (hikâye yazma gücü)

Bu en tehlikelisi:

Medya, sosyal medya trolleri, propaganda aygıtları…
Yalan bir süre sonra “hikâye” oluyor. İnsanlar o hikâyeyi tekrar ettikçe yalan normalleşiyor.
“Millet için yapıyoruz”, “mecburduk”, “düşmanlarımız var” gibi cümleler, yalana ahlaki kılıf oluyor.
Yani lider, sadece karar vermiyor; gerçeğin ne olduğuna dair algıyı yönetiyor.

3) Yapısal güç (ağlar, kurumlar, sistem)

Parti disiplini, bürokrasi, iş dünyası, mafyatik yapılar, uluslararası çıkar ağları…
Lider tek başına yalan söylemiyor; bir ekosistem onun yalanını taşıyor:
Susan bürokrat, Satılmış medya,
“Talimat bekleyen” akademisyen,
Peşine takılan “dava adamı”.
Sonuç: Yalan, bireysel olmaktan çıkıyor, sistemsel hale geliyor.

2. Liderin beyninde ne oluyor? Vicdanı nasıl susturuyor?

Senin sorunun kalbi bu:
“İnsan denen varlık nasıl olur da göz göre göre yalan söyler ve geceleri rahat uyur?”

Birkaç mekanizma var:

1) Bilişsel uyumsuzluk:

“Ben kötü insan değilim ama kötü şeyler yapıyorum” çelişkisini beyin sevmez.
Onu çözmek için:

“Aslında millet için yapıyorum.”, “Düşmanlarımız var, mecburuz.” , “Ben yapmasam başkası daha beterini yapardı.” diye kendine hikâye yazar. Yalanı önce kendine satar, sonra halka satar.

2) Ahlaki kopma (moral disengagement)

İnsan, yaptığı kötülüğü kendinden uzaklaştırmak için:

Rakibini “hain, terörist, vatan düşmanı” ilan eder → Ona yapılan her şey mubah olur.

Kendi halkını “cahil, nankör” görür → “Bunlar için uğraşıyorum yine de değer bilmiyorlar” diyerek kendini mağdur ilan eder.

Zararı görünmez kılar → İstatistik, tablo, sunumlarla gerçek acıyı örtüler.
Böylece, vicdanı susturmak için dilini kirletir.

3) Güç sarhoşluğu ve narsisizm

Herkes için geçerli değil ama bir kısmı gerçekten bozuk kişilik yapısına sahip:

Aşırı narsist: “Ben hata yapmam, yapanlar nasıl olsa hak etmiştir.”
Empati düşük: İnsanları sayılar, oylar, ratingler olarak görür.
Eleştiriye tahammülsüz: Eleştiren herkes “düşman”tır.

Bu tip biri eline devlet gücünü alınca, yalanı strateji olarak kullanır, günah olarak değil.

3. “%90 insan aptal” meselesi

İnsanların çoğu:

Aptal olduğu için değil, Yorgun, geçim derdinde olduğu için, Bilgiye değil, hazıra maruz kaldığı için, Küçük yaşlardan beri itaate programlandığı için çok rahat manipüle edilebiliyor.

Şu mekanizmayı düşün:

Eğitim sistemi sorgulamayı değil, ezberi öğretiyor. Medya düşünmeyi değil, tüketmeyi öğretiyor.
Ekonomi insanı öyle boğuyor ki, çoğu kişi “gerçek nedir?” diye düşünmek yerine “kira ne olacak?” diye düşünüyor.

Böyle bir toplumda, yalan söyleyen lider değil, yalanı sorgulamayan kitle büyüyor. Bu da liderin işini kolaylaştırıyor.

“Aptallık”tan çok, sistematik uyuşturma var.

4. Vicdanı kirleten şey tam olarak ne?

Sen “para ve mevki yetmez, daha fazlası olmalı” diyorsun. Katılıyorum. Listeyi genişletelim:

Korku
Koltuğu kaybetme korkusu, yargılanma korkusu, itibar kaybı… Korkan insan gerçekleri itiraf etmek yerine, yalanı büyütmeyi seçiyor. Yalnızlık ve çevre balonu, Liderin etrafında, gerçekleri söyleyen kimse kalmayınca:

“Etrafımdakilerin hepsi beni alkışlıyorsa, demek ki haklıyım”a inanıyor.

Ödül – Ceza sistemi
Yalanla iktidarda kalıyor → ödül.
Gerçeği söyleyince koltuk gidiyor → ceza.
Beyin, “vicdan = zarar, yalan = kazanım” denklemini öğreniyor.
Sürekli tekrarla normalleşme
İlk yalan zor gelir, ikincisi daha kolay, onuncusunda artık “politika” denir.
Yalan, işin “doğal parçası” gibi hissedilmeye başlanır.

“Biz başka bir ligdeyiz” yanılgısı, Kendilerini “normal insan”dan farklı bir tür zannediyorlar: “Halk anlamaz.”

“Onlar için en doğrusunu ben bilirim.” Böyle olunca, halka yalan söylemek “onları korumak” gibi bile hissedilebiliyor.

5. “Bizim bilmediğimiz bir şey mi var?”

Kısmen evet, kısmen hayır.
Evet:
Kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklar,
Uluslararası baskılar, tehditler,
Büyük sermaye grupları, mafyatik yapılar,
Göreve gelmeden önce verilen “sözler”, taahhütler, borçlar…
Lider, bazen halka şunu diyemiyor (ya da demiyor):

“Ben aslında sizin için bunu istemiyorum ama bağlı olduğum güçler var.”
Ama şunu da unutmamak lazım: Hayır (sihirli, metafizik bir gizem yok):
Bu işin %80’i çok tanıdık insan zaafları: Açgözlülük,

Korku, Statü tutkusu, Sürü psikolojisi, Gerçeği duymak istememe.

Yani “ellerindeki güç” aslında bizim insan oluşumuzdaki zayıflıklara dayanıyor.
Sihirli bir sır değil; zayıf vicdan + güçlü sistem.

6. Peki biz ne yapacağız?

Sen zaten hakikatin peşinde koşan birisin; bunu yazdıklarından görüyorum.
Ben sana sokak çağrısı yapmayacağım, siyasi taktik de önermeyeceğim. Ama vicdanı kirleten mekanizmayı gördükten sonra yapılabilecek üç şey var:

Kendi dilini temiz tutmak

Onlar yalan normalleştirirken, sen gerçeği konuşma ısrarını sürdürürsen: Küçük ama sağlam bir enerji alanı kurarsın.
Yalanın bulaşmadığı her cümle, bu dönemde devrim gibi. Yakın çevrede mikro-uyanışlar Bütün toplumu “bir anda uyandırmak” imkânsız.

Ama:

Birine “bu haberi bir de şu kaynaktan kontrol et” demek,
Birine “duyduğun her şeye inanma, sor” demek,
Bir çocuğa “sorgulamak suç değil” demek…
Bunlar, sistemin en nefret ettiği şeyler.
Kendi vicdan ışığını korumak
Dünyayı kurtarmak zorunda değilsin, ama:
“Ben de yavaş yavaş umursamazlaşmayayım” diye kendini takip etmek önemli.

Çünkü sistemin istediği şey şu:
“Herkes bizim gibi kirlenmiş olsun, kimse kimseye bir şey diyemesin.”1. “Yalan söyleyebilmelerini” sağlayan üç çeşit güç
1) Maddi güç

Para, makam, dokunulmazlık, koruma, ayrıcalıklar…

“Yalan söylesem bile bir şey olmuyor” duygusu.

En fazla bedeli kim ödüyor? Halk. O ise sarayda, konvoyda, koruma ordusunun içinde.

Bu, tek başına açıklama değil ama zemin bu.

2) Sembolik güç (hikâye yazma gücü)

Bu en tehlikelisi:

Medya, sosyal medya trolleri, propaganda aygıtları…

Yalan bir süre sonra “hikâye” oluyor. İnsanlar o hikâyeyi tekrar ettikçe yalan normalleşiyor.

“Millet için yapıyoruz”, “mecburduk”, “düşmanlarımız var” gibi cümleler, yalana ahlaki kılıf oluyor.

Yani lider, sadece karar vermiyor; gerçeğin ne olduğuna dair algıyı yönetiyor.

3) Yapısal güç (ağlar, kurumlar, sistem)

Parti disiplini, bürokrasi, iş dünyası, mafyatik yapılar, uluslararası çıkar ağları…

Lider tek başına yalan söylemiyor; bir ekosistem onun yalanını taşıyor:

Susan bürokrat,

Satılmış medya,

“Talimat bekleyen” akademisyen,

Peşine takılan “dava adamı”.

Sonuç: Yalan, bireysel olmaktan çıkıyor, sistemsel hale geliyor.

2. Liderin beyninde ne oluyor? Vicdanı nasıl susturuyor?

Senin sorunun kalbi bu:
“İnsan denen varlık nasıl olur da göz göre göre yalan söyler ve geceleri rahat uyur?”

Birkaç mekanizma var:

1) Bilişsel uyumsuzluk:

“Ben kötü insan değilim ama kötü şeyler yapıyorum” çelişkisini beyin sevmez.
Onu çözmek için:

“Aslında millet için yapıyorum.”

“Düşmanlarımız var, mecburuz.”

“Ben yapmasam başkası daha beterini yapardı.”

diye kendine hikâye yazar.
Yalanı önce kendine satar, sonra halka satar.

2) Ahlaki kopma (moral disengagement)

İnsan, yaptığı kötülüğü kendinden uzaklaştırmak için:

Rakibini “hain, terörist, vatan düşmanı” ilan eder → Ona yapılan her şey mubah olur.

Kendi halkını “cahil, nankör” görür → “Bunlar için uğraşıyorum yine de değer bilmiyorlar” diyerek kendini mağdur ilan eder.

Zararı görünmez kılar → İstatistik, tablo, sunumlarla gerçek acıyı örtüler.

Böylece, vicdanı susturmak için dilini kirletir.

3) Güç sarhoşluğu ve narsisizm

Herkes için geçerli değil ama bir kısmı gerçekten bozuk kişilik yapısına sahip:

Aşırı narsist:

“Ben hata yapmam, yapanlar nasıl olsa hak etmiştir.”

Empati düşük:

İnsanları sayılar, oylar, ratingler olarak görür.

Eleştiriye tahammülsüz:

Eleştiren herkes “düşman”tır.

Bu tip biri eline devlet gücünü alınca, yalanı strateji olarak kullanır, günah olarak değil.

3. “%90 insan aptal” meselesi

Bu cümleyi öfkeyle kurduğunu hissediyorum. Haklı olduğun yer var, haksız olduğun yer var.

İnsanların çoğu:

Aptal olduğu için değil,

Yorgun, geçim derdinde olduğu için,

Bilgiye değil, hazıra maruz kaldığı için,

Küçük yaşlardan beri itaate programlandığı için

çok rahat manipüle edilebiliyor.

Şu mekanizmayı düşün:

Eğitim sistemi sorgulamayı değil, ezberi öğretiyor.

Medya düşünmeyi değil, tüketmeyi öğretiyor.

Ekonomi insanı öyle boğuyor ki, çoğu kişi “gerçek nedir?” diye düşünmek yerine “kira ne olacak?” diye düşünüyor.

Böyle bir toplumda, yalan söyleyen lider değil, yalanı sorgulamayan kitle büyüyor.
Bu da liderin işini kolaylaştırıyor.

“Aptallık”tan çok, sistematik uyuşturma var.

4. Vicdanı kirleten şey tam olarak ne?

Sen “para ve mevki yetmez, daha fazlası olmalı” diyorsun. Katılıyorum. Listeyi genişletelim:

Korku

Koltuğu kaybetme korkusu, yargılanma korkusu, itibar kaybı…

Korkan insan gerçekleri itiraf etmek yerine, yalanı büyütmeyi seçiyor.

Yalnızlık ve çevre balonu

Liderin etrafında, gerçekleri söyleyen kimse kalmayınca:

“Etrafımdakilerin hepsi beni alkışlıyorsa, demek ki haklıyım”a inanıyor.

Ödül – Ceza sistemi

Yalanla iktidarda kalıyor → ödül.

Gerçeği söyleyince koltuk gidiyor → ceza.

Beyin, “vicdan = zarar, yalan = kazanım” denklemini öğreniyor.

Sürekli tekrarla normalleşme

İlk yalan zor gelir, ikincisi daha kolay, onuncusunda artık “politika” denir.

Yalan, işin “doğal parçası” gibi hissedilmeye başlanır.

“Biz başka bir ligdeyiz” yanılgısı

Kendilerini “normal insan”dan farklı bir tür zannediyorlar:

“Halk anlamaz.”

“Onlar için en doğrusunu ben bilirim.”

Böyle olunca, halka yalan söylemek “onları korumak” gibi bile hissedilebiliyor.

5. “Bizim bilmediğimiz bir şey mi var?”

Kısmen evet, kısmen hayır.

Evet:

Kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklar,

Uluslararası baskılar, tehditler,

Büyük sermaye grupları, mafyatik yapılar,

Göreve gelmeden önce verilen “sözler”, taahhütler, borçlar…

Lider, bazen halka şunu diyemiyor (ya da demiyor):

“Ben aslında sizin için bunu istemiyorum ama bağlı olduğum güçler var.”

Ama şunu da unutmamak lazım:

Hayır (sihirli, metafizik bir gizem yok):

Bu işin %80’i çok tanıdık insan zaafları:

Açgözlülük,

Korku,

Statü tutkusu,

Sürü psikolojisi,

Gerçeği duymak istememe.

Yani “ellerindeki güç” aslında bizim insan oluşumuzdaki zayıflıklara dayanıyor.
Sihirli bir sır değil; zayıf vicdan + güçlü sistem.

6. Peki biz ne yapacağız?

Sen zaten hakikatin peşinde koşan birisin; bunu yazdıklarından görüyorum.
Ben sana sokak çağrısı yapmayacağım, siyasi taktik de önermeyeceğim. Ama vicdanı kirleten mekanizmayı gördükten sonra yapılabilecek üç şey var:

Kendi dilini temiz tutmak

Onlar yalan normalleştirirken, sen gerçeği konuşma ısrarını sürdürürsen:

Küçük ama sağlam bir enerji alanı kurarsın.

Yalanın bulaşmadığı her cümle, bu dönemde devrim gibi.

Yakın çevrede mikro-uyanışlar

Bütün toplumu “bir anda uyandırmak” imkânsız.

Ama:

Birine “bu haberi bir de şu kaynaktan kontrol et” demek,

Birine “duyduğun her şeye inanma, sor” demek,

Bir çocuğa “sorgulamak suç değil” demek…

Bunlar, sistemin en nefret ettiği şeyler.

Kendi vicdan ışığını korumak

Dünyayı kurtarmak zorunda değilsin, ama:

“Ben de yavaş yavaş umursamazlaşmayayım” diye kendini takip etmek önemli.

Çünkü sistemin istediği şey şu:

“Herkes bizim gibi kirlenmiş olsun, kimse kimseye bir şey diyemesin.”

Senin en büyük gücün, kirlenmemeye direnmen.

Kaynak. ChatGBT
Haber Veriyoruz

Enable Notifications OK No thanks