0 555 339 7979 - 0 532 708 30 04
İnanç ve Eylem Çelişkisi: “Allah Kerim, Ama Hepsini Ben Yerim” Mantığının Toplumsal Sorgusu
Toplumumuzda sıklıkla gözlemlenen derin bir çelişki, dini değerlerle kişisel eylemler arasındaki uçurumu gözler önüne seriyor. “Allah kerim, ama her şeyi ben yerim” anlayışı, bu ikilemin en çarpıcı ifadelerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.
Peki, bu nasıl bir zihniyet ikliminde filizleniyor? Yaratıcı’nın adı anılarak, O’nun kitabı referans gösterilerek, hatta O’nun seçtikleri örnek verilerek nasıl olur da “her şey benim” mantığına sığınılabiliyor?
Sorgulama: Hangi Kitap, Hangi Emir?
Bu anlayışın temelini sorguladığımızda, cevabı bulmak zor değil:
Hangi kutsal kitap, “Zengin olun da, onun bunun hakkına tecavüz edin” diye yazıyor?
Hangi ilahi kaynak, size “Her şey sadece sizin için yaratıldı, yiyin için, zimmetinize geçirin” buyurdu?
“Rızkı veren O’dur” deyip de, her gün bir başka insanın rızkına, hakkına tecavüz etmek hangi inancın gereğidir?
İşte tam bu noktada, sanal inanç sahipleri ile gerçek inananlar birbirinden ayrılıyor. Bir tarafta “Her şeyi yaratan O” diyen, diğer tarafta sürekli olarak zimmetine mal mülk geçiren bir tutarsızlık… Bu, nasıl bir anlayış, nasıl bir hayata yaklaşım şeklidir?
Beyin ve Algıda Yaşanan Kopukluğa Dair Çarpıcı Sorular
Yaşanan bu çelişki, kaçınılmaz olarak daha derin bir soruyu gündeme getiriyor: Eğer zihninize dışarıdan bir müdahale yoksa, bu beyin neden gerçekleri olduğu gibi algılayamıyor? Neden inançtan bahsederken, o inancın getirdiği temel sorumlulukları ve ahlaki gereklilikleri idrak edemiyor ve yerine getirmiyor?
Bu durum, ciddi bir zihinsel ve bedensel bütünlük meselesine işaret ediyor olabilir. Demek ki hücrelerinizde bir bozulma, bir dejenerasyon var. Demek ki tükettiğiniz gıdalar, içecekler veya maruz kaldığınız çevresel faktörler sizi bu denli etkiliyor. Demek ki bedeninizle, dolayısıyla da algılarınızla oynanıyor.
Teoriden Gerçeğe: Açlık, Sefalet ve “Kader” Maskesi
Elbette bunların hepsi birer teori olarak görülebilir. Ancak inkâr edilemeyecek olan somut gerçeklik, insanların açlık ve sefalet içinde yaşadığı, hukuk sisteminin çöktüğü, adaletin yerini gücün ve zenginliğin hükmünün aldığı bir dünyada yaşıyor oluşumuzdur.
Daha da vahimi, tüm bu adaletsizlikleri “kader”e bağlayan bir anlayışla karşı karşıyayız. İşte, bu zulümleri kadere bağlayanlar aslında “kadersiz”dirler; çünkü kaderin ne olduğunu daha bilmeden, onu rahatça tanımlama cüretini gösterirler.
Yaratıcı’nın Emri: Düşünmek ve Sorumluluk Almak
Peki, Yaratıcı bize ne emrediyor? O, size lütfettiği o beyni çalıştırmanızı, eğer o çalışmıyorsa kalbinize danışarak, derinlemesine düşünmenizi emretmiyor mu?
Doğru, aslında O sadece söylüyor; zorlamıyor, baskı kurmuyor. İşte Yaratıcı, kullarını bu kadar çok seviyor. Onlara akıl, irade ve seçim hakkı veriyor. Soru ise şu: Biz bu değerli lütfu, hakkaniyeti ve merhameti yaymak için mi, yoksa “her şeyi ben yemek” için mi kullanıyoruz? Cevabı, her birimizin eylemleri ve vicdanı veriyor.