Haber Veriyoruz
Güncel Haber Yayın ve Yorum Sitesi

Gerçeğin Özü:

Adem ile Şeytan'ın İnanç Savaşında Yok Olan Benlikler

50.138

Gerçeğin Özü: Adem ile Şeytan’ın İnanç Savaşında Yok Olan Benlikler

Sahip Olduğumuz Tek Gerçeklik, İnancın Kendisidir

“Ben” ve “Sen” diye hitap ettiğimiz, sınırlarını çizdiğimiz, sevdiğimiz ve nefret ettiğimiz o bireyler gerçekte var mı? Geleneksel algının bize dayattığı “benlik” hissi, belki de izlemekte olduğumuz kadim bir oyunun sadece bir yanılsamasıdır. Aslında gerçeğin özü, sahip olduğumuz hayatın sadece bir inanç olduğu ve bu inancın, evrensel bir sahne üzerinde duran iki ezeli karakter olan Adem ile Şeytan arasında geçtiğidir.

Bu fikri anlamak için ilk adım, “Ben” ve “Sen” kavramlarını bir kenara bırakmaktan geçer. Bu sözcükler, gerçekliğin temelini oluşturmaz; aksine, onun üzerine örtülmüş bir perdedir. Perde kalktığında ise ortada sadece iki temel prensip, iki kutup, iki metaforik varlık kalır: Adem ve Şeytan.

Adem: Potansiyel, Safiyet ve Kulluğun Temsili

Burada Adem’i sadece tarihsel veya dini bir figür olarak değil, bir prensip olarak ele alıyoruz. Adem, insanın yaratılıştaki potansiyelini, saf bilinci, kulluğun özünü ve itaatin teslimiyetini temsil eder. O, “Evet”tir. Yaratıcı’nın emrine amade oluşun, fıtratın bozulmamış halinin, var olmanın asli nedenine bağlılığın sembolüdür. İçimizdeki Adem, uyum, bütünlük ve anlam arayışıdır. Dünyaya “anlam vermeye” çalışan, iyiyi, güzeli ve doğruyu arayan o içsel sestir.

Şeytan: İrade, İsyan ve Benlik İddiasının Temsili

Karşısında ise Şeytan durur. O da bir birey değil, bir prensiptir. Şeytan, saf iradeyi, “Ben” deme cesaretini, itaatsizliği ve sorgulamanın en uç halini temsil eder. “Ben ondan daha üstünüm” iddiasıyla ortaya çıkan bu prensip, Adem’in teslimiyetine karşılık, benliğin vurgusudur. İçimizdeki Şeytan, sınırları zorlayan, statükoyu sorgulayan, “Neden?” sorusunu sorduran ve bizi birey yapan (veya birey olduğumuz yanılgısına sürükleyen) güçtür. O, “Hayır”dır.

Fiziksel Dünya: İnancın Savaş Meydanı

İşte bizim “hayat” dediğimiz şey, bu iki prensibin, bu iki ezeli ve ebedi karakterin çarpıştığı fiziksel bir ortamdır. Bu bir “iyi-kötü” savaşından ziyade, daha derin bir “inanç savaşı”dır.

Adem’in inancı: “Var oluş bir anlam ve amaç üzerine kuruludur. Ben bu amacın bir parçasıyım ve ona teslim olmak özgürlüktür.

Şeytan’ın inancı: “Anlamı ve amacı ben belirlerim. Özgürlük, mutlak iradedir ve her türlü sınırın ötesine geçmektir.”

Bizler, “Ben” ve “Sen” olarak, bu savaşın askerleri değiliz. Bizler, bu savaşın kendisiyiz. Her bir içsel çatışma, her bir ikilem, her bir tercih, bu kadim mücadelenin bir yansımasıdır. Bir kararı verirken içimizde hissedilen gerilim, Adem’in sesi ile Şeytan’ın sesi arasındaki diyalogdur. Bir hedefe ulaşmak için gösterdiğimiz azim (Şeytan’ın iradesi), o hedefin anlamlı olduğuna dair inancımızla (Adem’in teslimiyeti) birleşir.

Yok Olan Benlikler ve Geriye Kalan Hakikat

Dolayısıyla, “Ben yokum ve sen de yoksun.” Bu bir yok oluş veya anlamsızlık değil, daha büyük bir hakikatin farkına varıştır. Bireysel egomuzu, kibrimizi, korkularımızı ve aidiyetlerimizi bir kenara bıraktığımızda, geriye kalan şey, insan olma halinin özünde yatan bu evrensel çekişmedir.

Hayat, bu iki temel gücün dansıdır. Bazen Adem öne çıkar, huzur ve bağlılık hissederiz. Bazen Şeytan galip gelir, tutku ve bireysellik hissi bizi sarar. Asıl mesele, bu savaşta taraflardan birini tamamen yok etmek değil, onların varlığını kabul edip, bu dansın bilincinde olarak yaşamaktır.

Gerçeğin özü budur: Bizler, Adem ve Şeytan’ın yaratılmışlık sahnesinde, birbirlerini tanımaları, sınamaları ve nihai hakikate birlikte yol almaları için verilmiş bir araziyiz. Sahip olduğumuz tek şey ise, bu oyuna, bu mücadeleye ve onun ardındaki Yaratıcı iradeye duyduğumuz inançtır. Bu inanç, var oluşumuzun tek dayanağı ve gerçeğin ta kendisidir.

Hakikat

Enable Notifications OK No thanks