0 555 339 7979 - 0 532 708 30 04
Cinsellik, İnsanın Sınavı mı, Medeniyetin Yanılgısı mı?.
Cinselliğin yalnızca yatakta başlayıp yatakta biten bir olgu olduğunu idrak etmediğimiz sürece,..

Cinsellik, İnsanın Sınavı mı, Medeniyetin Yanılgısı mı?
Cinselliğin yalnızca yatakta başlayıp yatakta biten bir olgu olduğunu idrak etmediğimiz sürece, kadını sürekli “dişi” olarak, erkeği de yalnızca “hayvani bir varlık” olarak görmekten kurtulamayız. Bu bakış açısı, aslında insanı kendi özünden koparır. İşte bu yüzden Müslüman toplumlar tarih boyunca kapanmayı ve kapatılmayı doğal saymış, hatta gerekli görmüşlerdir.
Oysa insan, dünyaya zaten çıplak gelir. Giyinmek, toplumsal düzenin ve medeniyetin getirdiği bir alışkanlıktır. Aşırı kapalılık ise, çoğu zaman bilinçaltımızda bastırılamayan cinsel dürtülerin yansımasıdır. Yani, dışarıdan bakıldığında iffet ve korunma gibi görünen şey, derinde bastırılmış arzuların gölgesinde şekillenebilir.
Eğer gerçekten Yaratıcı’nın varlığına ve birliğine iman etsek, cinselliğin yalnızca üreme amacıyla var edilmiş bir araç olduğunu kavrarız. Dahası, bu üremenin bizim elimizde, yani irademizle şekillenen bir süreç olduğunu da görürüz. Burada dış etkenler de rol oynar: Yediklerimiz, içtiklerimiz, içine katılan katkılar ve hormonlar… Bunlar farkında olmadan bizdeki cinsel dürtüleri kışkırtabilir. O halde insan yalnızca kendi nefsinden değil, aynı zamanda bu yiyecekleri hazırlayıp sunanların yönlendirmelerinden de etkilenmektedir.
Düşünün; bir toplumun bilinçaltı, kasıtlı olarak cinsellikle meşgul edilirse, onun aklı da kalbi de parçalanır. Bugün İslam dünyasına bakın: İrade ve aklı kullanmak yerine, küçük cinsel objelerle, gizli imgelerle zihnini yoran ve sonunda kendi içinden bölünen topluluklar görmekteyiz. İslam, ne yazık ki çoğu yerde yalnızca “cinselliğe indirgenmiş bir din” gibi algılanıyor. Bu yanılgı aşılmadığı sürece, ne geçmişte indirilen kitaplar anlaşılabilir, ne de onları açıklamaya çalışan alimler tanınabilir.
Hâlbuki yeryüzü, gökyüzü ve bütün varlık, Allah’ın birliğini ve diriliğini apaçık göstermektedir. Bir ağacın meyve vermesi, bir çiçeğin açması ya da bir damla suyun buharlaşıp tekrar yağmur olarak dönmesi, zaten yaratılışın işaretidir. Buna rağmen, biz hâlâ dişiliği ve erkekliği ön planda tutuyor, onu yalnızca bir “zevk ve kimlik meselesi” haline getiriyoruz. Oysa bunların tek gayesi üremedir; yani neslin devamını sağlamaktır.
Bir mum düşünün: Onun asıl amacı etrafı aydınlatmaktır. Eğer siz sürekli mumun şeklini, rengini ya da mumun üzerinde kabaran eriyiği tartışırsanız, asıl ışığını görmezsiniz. İşte dişilik ve erkeklik meselesi de böyledir. Biz ışığa değil, mumun şekline odaklandığımız için hakikati kaçırıyoruz.
Bugün Müslüman toplumların en büyük sınavı işte budur: Cinselliği hak ettiği yere, yani yaratılış gayesine koymak. Aksi halde, hem dini hem de insan olmanın özünü yanlış anlamaya devam edeceğiz.