0 555 339 7979 - 0 532 708 30 04
Bugün Hangi Zaferi Kutluyoruz?
Bugün Hangi Zaferi Kutluyoruz? 30 Ağustos’u Anlamak ve Sorgulamak

Bugün Hangi Zaferi Kutluyoruz? 30 Ağustos’u Anlamak ve Sorgulamak
30 Ağustos 1922, Türk milletinin varoluş mücadelesinin taçlandığı, emperyalizme karşı silahla kazanılmış en net ve en şanlı cevaptır. O gün, Dumlupınar’da atılan her top mermisi, süngüyü göğsüne çarpan her Mehmetçik, sadece bir düşman ordusunu değil, bir millete biçilmek istenen kefeni de paramparça etmiştir. Zafer Bayramı, işte bu ruhun, bu “olmazı oldurma” iradesinin taçlandığı gündür.
Ancak, bugün 30 Ağustos’u kutlarken, içimizi kemiren bir soruyla yüzleşmekten kaçamıyoruz: Atalarımızın canları pahasına kazandığı bu topraklarda, onların hayal ettiği “zafer”in gölgesini görebiliyor muyuz?
Sizlerin de içtenlikle ifade ettiği gibi, bu topraklar şehit kanlarıyla sulandı. Bir vatan, çocuklarının canıyla yoğruldu. Ancak bugün, o kutsal emanet, “bilinmeyen kişilere” değil, çoğu zaman çok iyi bildiğimiz bir küresel sermaye mantığına, rant hırsına ve kısa vadeli çıkarlara kurban edilir durumda. Ormanlar, kıyılar, tarihi değerler ve stratejik kuruluşlarımız, “yatırım” veya “kalkınma” adı altında elden çıkarılırken, Büyük Taarruz’u yapan komutanların ruhu sızlamıyor mu?
Ekonomik cephede ise durum daha da vahim. Atatürk’ün “Tam Bağımsızlık” olmadan “Tam Egemenlik” olmaz şiarı, bugün cüzdanlarımızda her gün değer kaybeden bir para birimi, market raflarında erişilmekten uzak temel ihtiyaçlar ve bir “hayat pahalılığı” kıskacına dönüşmüş durumda. İnsanlar, savaş meydanlarında değil ama hastane koridorlarında, işsizlik kuyruklarında, alım güçlerinin erimesi karşısında hissedilen bir çaresizlikle küçük kavgalar verip “küçük yaralarla” kaybediyorlar. Bu tablo, Kütahya’da, Afyon’da canını veren şehidimizin kazandığı zaferle ne kadar bağdaşıyor?
Peki, bu koşullarda kutlanacak bir zafer mi var?
İşte tam da bu noktada, 30 Ağustos’un gerçek anlamını yeniden hatırlamak ve onu bugüne taşımak zorundayız. Zafer Bayramı, sadece geçmişte kazanılmış bir savaşın hamasi bir yıldönümü değildir. 30 Ağustos, bir sorgulama, bir hesap sorma ve bir yeniden diriliş çağrısıdır.
Atatürk, sadece düşmanı değil, aynı zamanda bir “zihniyeti” de yenmiştir: Teslimiyeti, kulluğu, bağımlılığı ve umutsuzluğu… Onun kurduğu cumhuriyet, sadece bir yönetim biçimi değil, “Türk milletinin karakterine en uygun yönetim” olarak gördüğü, akıl ve bilimi rehber edinen, üreten, kendi kendine yeten, özgür bireylerden oluşan bir toplum projesiydi.
Bugün “Atatürkçüyüm” diyenler eğer bu projenin ruhunu, yani “akıl ve bilimi rehber edinme”, “tam bağımsızlık” ve “muasır medeniyet seviyesine ulaşma” hedefini içselleştirememişlerse, sadece bir simgeye, bir ikona tapınıyor olmanın ötesine geçemezler. Atatürkçülük, statükoyu korumak değil, daima daha iyiye, daha güzele, daha adil olana yürüme cesaretidir.
Öyleyse, bugün kutlayacak neyimiz var?
Cevap, yine o zaferin ta kendisinde yatıyor: Umudu ve mücadele ruhunu.
Gerçek zafer, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşayan her bireyin onuruyla, mutluluğuyla ve refahıyla yaşayabilmesidir. Evet, bugün bu zaferden uzak görünebiliriz. Ancak 30 Ağustos bize şunu hatırlatır: En karanlık an, şafak sökmeden hemen öncedir.
Bugün kutladığımız, geçmişte kazanılmış bir zafer değil, gelecekte yeniden kazanmak zorunda olduğumuz zaferlere olan inancımızdır. Ekonomik bağımsızlık, adalet, eğitim ve aklın egemenliği için verilecek yeni bir “Büyük Taarruz”un meşalesidir.
Atamızın dediği gibi; “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.” Bu söz, bir lütuf değil, bir sorumluluktur. Bu bayram, şikayet etmenin değil, sorumluluğu omuzlamanın, hesap sormanın ve “Bu topraklar için daha ne yapabilirim?” diye sormanın zamanıdır.
Zafer, sadece Dumlupınar’da değil, fabrikada, tarlada, okulda, adalet için yürütülen hukuk mücadelesinde ve en önemlisi, umudunu yitirmemiş her yurttaşın yüreğinde kazanılacaktır. İşte o zaman, 30 Ağustos’u hak ettiği gilde, içimiz titreyerek ve gururla kutlayabileceğiz.
Haber Veriyoruz
Kaynak. DS