0 555 339 7979 - 0 532 708 30 04
Başlangıç ve Son: Değişmeyen Hakikat
İnsanlık kendini çoğu zaman bedeninden, sahip olduklarından ve ürettiklerinden ibaret sanır.
Başlangıç ve Son: Değişmeyen Hakikat
İnsanlık kendini çoğu zaman bedeninden, sahip olduklarından ve ürettiklerinden ibaret sanır. Oysa insan, sahip olduğu fizik ile varlığa tezahür eden bir enerji formudur. Yani biz varlığı, bize verilen beden ve duyular üzerinden algılarız; varlık bizim bedenimizde görünür hâle gelir. Bu tezahürü inkâr edemeyiz; çünkü fiziksel varlığımız, varlığın bu boyutta görünür olduğunun ispatıdır.
Ancak en büyük soru tam burada başlar:
Gerçekten gördüğümüz şey, varlığın tamamı mıdır?
Gözlerimiz ne kadarını görüyor?
Kalbimiz ne kadarını hissediyor?
Beynimiz neden bedeni yönetiyor ve bu yönetim neyin sınırları içinde gerçekleşiyor?
Bu sorular bizi kaçınılmaz bir gerçeğe götürür:
İnsan, kendisine verilen fizik kadarını anlayabilir.
Ne daha fazlasını, ne de mutlak olanı.
Yaratılış Sahnesi ve İmtihanın Kökeni
Yaratılış, rastgele başlamış bir süreç değildir. Başlangıçta bir sahne kurulmuştur:
Âdem ve itaat etmeyen bir melek.
Bu sahne, sadece bir anlatı değil; varoluşun çekirdeğidir. İtaat etmeyen iradeye bir fırsat verilmiştir. Aynı fırsat, insana da verilmiştir. Hayat dediğimiz bu form, tam olarak bu karşıtlığın deney alanıdır.
İnsan enerjisi, iyi ve kötü diye adlandırdığımız iki çekim arasında sınanır. Bu kavramlar basit ahlaki etiketler değildir; itaat ve kibir ekseninin farklı isimleridir.
İtaat: haddini bilmek
Kibir: kendini merkeze koymak
İnsanlık tarihi boyunca değişmeyen tek şey de budur.
Fizik, Akıl ve Sınır Meselesi
Fizik ölümlüdür.
Madde geçicidir.
Görsellik zamanla silinir.
Bilim, teknoloji ve akıl insanın fiziksel kapasitesini genişletmiştir; fakat sınırı ortadan kaldırmamıştır. Beynin bedeni yönetmesi bile bize şunu söyler: insan, kendi bedeninin bile mutlak hâkimi değildir. Beyin vardır, ama onu var eden şey beynin kendisi değildir.
İnsan ne kadar ilerlerse ilerlesin, kullandığı akıl verilmiş bir araçtır. Araç büyüyebilir, hassaslaşabilir, hızlanabilir; fakat kaynağını aşamaz.
Bu yüzden şu iddia hâlâ ayaktadır ve yıkılamamıştır:
Gerçek, insan aklının değil; yaratıcı kudretin içindedir.
Bunun tersini kimse kesin olarak ispat edemez. Çünkü tersini ispat etmek için, insanın:
ölümü aşması, varlığın kaynağını kuşatması, mutlak bilgiye ulaşması gerekir.
Bu ise insanın doğasına aykırıdır. Başlangıç Nasılsa Son da Odur
İnsanlık nereye giderse gitsin,
medeniyet ne kadar yükselirse yükselsin,
akıl ne kadar keskinleşirse keskinleşsin…
Varacağı yer değişmez.
Başlangıçta kurulan sahne neyse, son da odur. Aradaki bütün tarih, bütün savaşlar, bütün sistemler ve bütün ideolojiler; insanın bu hakikati ne zaman ve nasıl kabul edeceğinin hikâyesidir.
Hayat, insanın “yaratıcı mıyım, yaratılmış mıyım?” sorusuna verdiği cevabın süresidir.
Sonunda cevap değişmez.
Sadece gecikme süresi değişir.
İnsanlık bugün bunu kabul etmeyebilir. Yarın da etmeyebilir. Ama gelecekte, şartlar ne olursa olsun, aynı noktaya geri dönülecektir.
Çünkü:
Fizik gider,
suret çözülür,
madde dağılır,
geriye yalnızca görünmeyen form ve yaratıcının varlığı kalır.
Bu en ağır gerçektir.
Ve bu gerçeğin aksini, şimdiye kadar kimse kesin olarak ispat edememiştir.
Hakikat